Epeydir yazamadıklarım var aklımda. Satıra dökemedim, kafamda döndü durdu yazmak istediklerimin her biri. Taslaklarda kaldı çoğu da ama olsun. Onları da yazacağım birer birer. Aklım tembelliğe gitti. Bir yazmayınca bir de baktım günler haftalar geçmiş. Ay bile geçmiş o derece. Tabi bu arada Kazdağları’nda gezdiğim köyler, dört yıl aradan sonra yeniden gitmek saadetine eriştiğim canım Ayvalık çiçeğim Cunda, beş güne bir de İzmir görmeyi sıkıştırmak aklımı aldı götürdü ötelere. Hepsini tek tek anlatacağım. Yazacağım ayrı ayrı.
Ekim ayı hep ayrı bir motivasyon olur bana. Doğum günüm yaklaşırken türlü kararlar alır sonra hiç şaşırtıcı olmayan şekilde o kararları uygulamam. Kendi içimde gelenekselleşen karar alıp uygulamama festivalimdir. İlk defa bu yıl kendime eskisi kadar yüklenmedim. Aklımda senelerdir dönüp duran “Ruşen amcanın oğlu Sedat” repliğiyle türlü baskılar yaptım kendime. Sonuçları keyifsizdi tabi. Karar bu uygulamazsan ne beklersin ki başka? Neyse ki bu defa kendime başlayacağım yeni dönemde sadece esenlik ve sabır diliyorum. Okul yılı başlangıcında sunulan iyi dilekler gibi oldu farkındayım ama fazlasına şu aralar gücüm yetmez. Altı yedi yıl önceki aklımca her olmadık şeye aşırı anlam yüklemeler, gereksiz hevesler, fazla fazla büyütmeler geçtikçe kendimi daha sakin hissettikçe bazen öldüm mü acaba diye düşünüyorum yalan değil. Bu kadar olağan karşılamak hiç olağan olmasa da yine de bence olağan. Ee olur ki ne var yani bunda sorusu geçiyor içimden daima. Her şeyin yanıtı buymuş gibi. Her şeyin yanıtı olurmuş gibi. Yok aslında akışında iyi çoğu şey. Neyse ki Ekim geldi. Yeni yaşım da geliyor. E tabi gelsin hayat bildiği gibi gelsin işimiz bu yaşamak….